FilmYorum – Death Note (2017)

Not: Yazı Death Note filmiyle ilgili spoiler içermez. İçericek spoilerlık bir durumu yok zaten.

Künye

Yönetmen: Adam Wingard
Oyuncular: Nat Wolff, Margaret Qualley, Lakeith Stanfield, Paul Nakauchi, Shea Whigham, Willem Dafoe
Tür: Fantastik; Gerilim, Korku
Ülke: ABD, Yayın Tarihi: 25 Ağustos 2017 (Netflix’e özel), Süre: 1 saat 41 dk

Giriş

Klasik/zorunlu girişimle başlayayım. Manga, anime falan seven, takip eden, o kültürü anlayan bir insan değilim. Ben Amerikan kültürüyle yoğrulmuş bir insan olduğum için bana çok farklı, çok değişik, çok karışık geliyor ve itiraf etmem lazım, anlamıyorum. Yani daha başka şekilde anlatamam sanırım, anlayamıyorum. Yine de bu durum anlayana, takip edene, hayran olana saygı duymadığım anlamına gelmesin. Aslında biraz da özeniyorum bile diyebilirim. Neyse efendim, bugün buradaki konuğumuz da önce manga haliyle tüm dünyada popüler olmuş, sonra animeye çevrilmiş (Bu arada bilmeyenler için manga uzak doğu çizgi romanı, anime uzak doğu çizgi filmi, diyerek hayranlar tarafından linç edilmeyi hak ettim sanırım), oradan Japon bir live-action filmi bile çekilmiş olan “Death Note” mangasının Netflix’e özel olarak çekilmiş Amerikan film versiyonu.

Şimdi Manga/Anime sevenler şu sondaki “Amerikan film versiyonu” lafıyla bile bir anda bu işe burun kıvırmaya başladılar, çünkü azıcık takip eden bile bilir ki, Amerika ne zaman ki uzak doğu kültürünü adapte etmeye çalışır, o zaman işi eline yüzüne bulaştırır. Ama bu işin altında Netflix gibi sevdiğimiz, güvendiğimiz bir markanın olması azıcık merak uyandırmış ve beni de bu filmi izlemeye ikna etmiş olan Comic Con’da yayınlanmış olan fragmanla beraber de “Hmm.. Acaba?” dedirtmeyi başarmışlardı. En sonunda dün film Netflix’te yayınlanmaya başladı (Netflix aldım demiş miydim?) ve ben de merakıma yenik düştüm ve tek bir solukta filmi bitirdim. Peki film nasıl olmuştu? Konuyla tümüyle alakasız bir insan olarak, mangasını bilen, seven insanların nefretini toplama pahasına bu soruya kendi çapımda cevap bulmaya çalışacağım.

Hikaye

Kahramanımız Light yapısı itibariyle “inek” diye tabir ettiğimiz karakterlerdendir. İşte çok zeki, başkalarının ödevlerini yapıp satarak hayatını geçiren ama sosyal olarak öyle çok ahım şahım bir durumu olmayan sıradan bir adamdır. Kendisinin hayatı gökten düşen bir kitapla (Death Note ismi oradan geliyor) sıradanlıktan çok acayipliğe hızlı bir geçiş yapar. Bu kitap yanında 3 metre boyunda Ryuk adında bir canavarla beraber gelmektedir ve bu kitaba birinin ismini ve nasıl öleceğini yazdığınızda bu kişi sizin yazdığınız şekliyle terk-i diyar etmektedir. Kahramanımız okulun ponpon kız takımındaki marjinal Mia ile de sevgili olup bu kitabı kullanarak dünyadaki suçluları temizlemek için Kira adında bir tanrı yaratırlar. Ancak peşlerine çok acayip, delilikle dahilik arasında gidip gelen bağımsız bir detektif olan L düşünce işler biraz karışacaktır.

Artılar/Eksiler

Tek bir isimle başlamak istiyorum; Willem Dafoe. Bütün film bir yana kendisi bir yana. Ryuk hiç tartışmasız filmin en başarılı yanı. Karakterin sesi, mimikleri, hareketleri, tavırları, hepsi cuk oturmuş. Zaten ikilimizin ilk tanıştığı anı izlediyseniz karaktere hayran olmamak elde değil. Yönetmen akıllı bir hareketle kendisini tümden net bir şekilde görebileceğimiz bir plan kullanmamış, karanlık, gölgeler, bulanıklık gibi yöntemlerle karakterin esrarengiz havasını zirveye taşımış. Filmin Ryuk ile ilgili tek kötü yanı, çok az kullanılmış olması ve aslında ana hikayeye etkisinin de çok az olması. Film başlarındaki “Ryuk’a güvenmeyin” falan sözlerinin hakkını tam verememişler. Hani biraz daha katakulli, biraz daha alicengiz oyunları falan koyulsaymış bu karakteri içeren tadından yenmezmiş. Yine de bu haliyle de tadı damağımızda kalan bir karakter olarak hafızalarımızda yer ediyor.

Peki filmin kalanı? İşte orada çok karışık duygular içerisindeyim. Şimdi genel olarak keyif aldım filmden ama izlediğim süre boyunca bir tatmin olmamışlık havası üstümden kalkmadı. Konu/konsept okey hatta süper ama uygulanışta yetersiz olan pek çok yer vardı. Bunların başında da oyuncu seçimleri geliyordu. Nat Wolff karaktere hiç oturmamış. Anladığım kadarıyla görünüş olarak orjinale yakın olsun demişler ama bu saçlar ve tip çok sırıtmış. Anladığım kadarıyla Light ile verilmek istenen ile kendisinin oynadığı bambaşka idi. Yani sempati duyulabilir bir geek karakter olsun istemişler ama adamın suratındaki sempati kısmı ağır bastığı için karakterin esas olayı olan dramatik sahnelerin hiç birinin hakkı verilememiş. Ne babasıyla kavga ettiği anlarda, ne kız arkadaşıyla yaşadığı olaylarda ne de L ile psikolojik savaş verdiği sahnelerde bize o sahnenin ağırlığını hiç bir şekilde verememiş. Eğer daha sağlam bir oyuncu tercih edilseymiş, Ryuk ile on numara bir ikili oluşturabilirlermiş.

Diğer karakterler ise idare eder. Dahi detektif L yer yer abartıya kaçsa da genel olarak yeterli olmuş. Yani ne çok üst düzey bir durum var, ne de yerin dibine sokacak. Görevini yaparak uzaklaşmış, üzerine de çok bir şey koymamış. Bu tip filmlerde artık sıradan haline gelen “öyle zeki ki, asosyal” tiplemesinin (işte Mr.Robot’taki Elliot’ın bir parodisi gibi düşünün) sıradan bir örneği olarak, burada yerini almış.

Mia da filmin sürprizli, görece en yönlü karakteri olmasına rağmen onda da oyunculuk olarak iyi bir performans ortaya çıkmamış. Gidilebilecek pek çok yön varken, çok çok uçlarda bambaşka bir karakter yaratabilecekken, güvenli yol seçilmiş, ve klasik hatta klişe bir karakter olarak hikayede kendine yer bulmuş. Ezik çocukla çıkan ponpon kız klişesine yeni bir şey eklenmemiş yani. Bunlar dışında kalan karakterler de jenerik karakterler; baba klasik polis babası, Asyalı bilge adam klasik Asyalı bilge adam falan. Onlar zaten sadece olay icabı olduklarından oraya bir şey söyleyemiyorum ama Ryuk dışındaki ana karakterlerin beklentilerin altında kalması karakterler açısından diziyi ortalamanın altında bırakıyor.

Karakterleri geçersek, hikaye aslında oldukça ilgi çekici ve potansiyelli, ki manga ve anime bu potansiyeli çok daha iyi kullanmıştır diye düşünüyorum. Burada da aslında çok kötü bir gidişat yok. Elinde büyük bir güç alan ezik çocuğun gayet yerinde bir şekilde bu gücü kullanışı ve bu durumun yaratığı sonuçlar üzerine güzel bir senaryo yazılmış. Hani senaryoda çok büyük rahatsız edici bir problem ya da hata göze çarpmıyor. Oyunculukların verdiği zararı geçersek, senaryoyla ilgili tek beğenmediğim konu Kira’nın yükselişi ve düşüşü iyi verilememiş diye düşünüyorum. Yani (Spoiler versem mi vermesem mi arasında gidip geliyorum da) polisin Kira’nın peşine düşüşü biraz üstün körü olmuş bence, belki o araya bir kaza, bir yanlış olay eklenip mantık örgüsü daha iyi kurulabilirdi diye düşünüyorum.

Onun dışında senaryonun çok yükseltmese de sıkmadan izletecek kadar yeterli olduğunu söyleyebilirim. Bu arada bu söylediğimi düşündüm, bir Netflix filmi için bu son cümlenin eksi olduğuna karar verdim. Death Note’um daha uçlarda daha sert olması gerekirdi ama olmamış. Bir de elinde “ölüm şeklini belirle” gibi üzerine çok fazla geyik yapılabilecek, yaratıcılık konuşturulabilecek ve bu sayede akıllarda yer edilebilecek bir tema varken bunu da hemen hemen hiç kullanmayarak güzel bir fırsatı kaçırmışlar diye düşünüyorum.

Genel olarak görselliğin başarılı olduğunu tahmin etmişsinizdir zaten. Bir sinema filminden bekleyeceğiniz düzey hem çekimlerde hem de efektlerde yakalanmış. Filmin atmosferinin de son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ağırlıklı karanlık tonlar, yağmurun kullanımı falan son derece başarılı ve filmin ortamına güzel bir katkı olarak kullanılmış. Ryuk’un yer aldığı her sahne zaten ayrı şaheser, ona girmeye bile gerek duymuyorum. Yalnız sahne demişken, filmin şöyle imza niteliğinde etkileyici akılda kalıcı sahneler konusunda biraz eksik olduğunu söyleyebiliriz. Yani en etkileyici olaylarda bile sahneler o kadar akılda kalıcı olmamış. O konunun üstüne biraz daha düşünülebilirmiş. Sonuçta çizgi romandan uyarlanan bir filmde bu tip en az bir iki sahne olsa fena olmuyor. Müziklerin de gayet yeterli olduğunu, atmosfere katkıda bulunduğunu belirtebiliriz.

Sonuç

Son kararıma gelirsek, “Death Note” standart, risk almayan, güvenli bir film olmuş. Eğer sinemaya gelecek olsaydı bilet almaya değer miydi çok emin değilim ama evinizin konforunda farklı bir şeyler izlemek istiyorsanız ayırdığınız vaktin karşılığını bir şekilde veriyor. Filmin en büyük eksisi tartışmasız kötü oyuncu seçimi ve elindeki muhteşem potansiyelli materyalin hakkını verememesi. Yani film bir kaç küçük yaratıcı dokunuşla efsane filmler arasına girebilecekken klasik bir gençlik gerilim filmi tadında kalmış. Yine de kötü diyemiyorum bu kadar saydıktan sonra farkındaysanız, çünkü bir oturuşta izledim, belirli kısımlarından çok keyif aldım, ancak filmi bitirip yerimden kalktığımda üzerimde bir tatmin olmamışlık vardı. Beni rahatsız eden de bu oldu.

Peki izlemiş olanlar siz nasıl buldunuz Death Note’u? Hatta mangayı animeyi takip etmiş olanlar varsa karşılaştırmalı yorumlarınızı aşağıya ekleyebilirseniz çok sevinirim. Benden bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşene dek esen kalın.

Spread the love

1 geri izleme / bildirim

  1. AltList – 2017’de AltDünya’nın En İyi 10 Filmi – AltDünya

Bir yanıt bırakın