DiziYorum – Disenchantment S01 (2018)

Bu yazımızda “Disenchantment” ile ilgili spoiler vermemeye çalıştık ve başardığımızı düşünüyorum. Yani öyle heyecanınızı kaçıracak, “ah be bunu söylemeyeydin iyiydi” diyeceğiniz bir şeyler olmaması gayretindeyiz. Öyle kuru kuru yorum yapıyoruz, sonra da bunları nedenleriyle açıklamaya çalışıyoruz. Yazı muhteviyatı bu şekildir. Gönül rahatlığıyla okuyunuz. Saygılar.

Künye

Oyuncular: Abbi Jacobson (Bean), Eric André (Luci), Nat Faxon (Elfo)
Platform: Netflix
Tür: Fantastik, Komedi, Animasyon
Ülke: ABD, Yayın Tarihi: 17 Ağustos 2018 Bölüm Sayısı: 10

https://www.youtube.com/watch?v=YxLazXckNX8

Giriş

Bazı işler kağıt üzerinde çok güzel durur. Kankamız Ryan Reynolds’ın Green Lantern’ı oynaması, DC’nin MCU’ya rakip bir bütünleşik evren kurması, X-Men filmlerini yöneten adamın bir Superman filmi çekmesi gibi. Ama örneklerden de tahmin edebileceğiniz üzere sonuç her zaman başarılı olmuyor tabi. Simpsons‘ın yaratıcısı Matt Groening‘in Netflix için bir fantastik ortaçağ komedi animasyonu yapacak olması en temkinli adama bile “Hmm.. Güzel fikir” dedirtir. Hani mesela ortaçağ değil de Matt abi uzay bilimkurgu animasyonu yapıyor dense “Kesin Futurama çakması olacak” diyebilirsiniz. Ya da mesela Netflix gibi özgür ortama değil de, ne bileyim NBC’ye falan yapıyor olsa “Kanal işine çok karışacak. Kötü olur” diyebilirsiniz. Ancak elimizdeki kombinasyon sanki başarısız olmazmış gibi geliyor kulağa.

Ben de ilginç bir heyecanla doluydum. Fragmanını izledikten sonra da (hatta şu listede heyecanımdan bahsettim bile) motivasyonum hiç azalmadı. Ta ki Disenchantment 17 Ağustos’ta yayınlanıp izleme imkanı bulana dek. Baştan söyleyeyim yukarıda verdiğim örnekler kadar (DCEU’ya laf attım diye gerginlik yaşar mıyız ki?) negatif bir şey yok karşımızda. Sadece vaat ettiğinin çok altında kalan bir iş olmasından kaynaklı bu negatiflik. İzlemeyin, berbat denecek kadar değil ama eşe dosta mutlaka tavsiye edilecek işlerden de değil ne yazık ki. Neyse detaylandıralım aşağıda.

Hikaye

Dreamland krallığında geçen, üç alakasız arkadaşın hikayesini izleyeceğiz. Sıradan bir prenses olmak istemeyen özgür ruhlu alkolik Bean, diğer Elfler gibi (Legolas gibi değil de, işte masal elfleri gibi düşünün) sürekli neşeli olmak istemeyen, mutsuzluğu da yaşamak isteyen ancak hep pozitif olan Elfo ve insanı içindeki kötülüğü dışarı çıkarmaya yönlendirmeye meyilli ama yine şeker, kedi gibi tatlı Luci. Fragmanda göreceğiniz düğünden kaçış olayı kahramanlarımızı bir araya getirir ve onlarda birbirinden alakasız maceralar yaşamaya başlarlar. Bunun dışında arka planda daha büyük olaylar vardır galiba.

(Bu arada biraz tırt oldu bu hikaye kısmı ama spoiler vermeden anlatılabilecek çok bir şey yok. Spoiler verilse bile böyle ballandıra ballandıra anlatabilecek akışkan bir hikaye de yok aslında.)

Artılar/Eksiler

Hmm.. Nasıl başlasak ki? En önemli yerden, yani Matt’in alameti farikasından başlayalım. Disenchantment ‘ta bizi diziye bağlaması gereken ana karakterlerimiz kendisinin önceki işlerine kıyasla hiç olmamışlar. Belli potansiyele sahip ancak tek düze karakterler olmaları sebebiyle sempatimizi hiç bir şekilde kazanamıyor Bean, Elfo ve Luci. Bir de bunun yanında kendileri Futurama’yı biraz fazla andırıyorlar. Yani Bean için, Fry gibi sudan çıkmış balık halini, Leela’nın kendini kanıtlama çabasıyla birleştir, Bender’ın bencilliğini de ekle diyebiliriz. Elfo, Fry’ın saflığını almış, Luci de Bender’ın art niyetini. Ancak ne yazık ki hiç bir şekilde onların bizde uyandırdığı o sihirli dokunuşu yakalayamıyorlar.

Şimdi bu tek düzelik ve önceki işlere yakınlık övülecek bir şey olmasa da idare edilebilirdi, zaten çoğu arkadaş gruplu işlerde buna yakın bir özellik dağılımı sağlanıyor zaten (Family Guy’ın Simpsons’ın kadrosunu neredeyse birebir alması gibi) ancak belki de en önemli unsur olan derinlik olmadığı için karakterlere bir türlü ısınamıyorsunuz. Yani Bean’in tek olayı prenses olmadığını kanıtlamak, bir yerden sonra bayıyor. Elfo’nun saflığı dışında başka bir özelliğine denk gelemiyoruz. Belki bu konuda Luci biraz daha öne çıkabilir ama onun da diziyi tek başına sürükleme imkanı yok, rolü ve hareket alanı biraz kısıtlı. Karakterler sizi yakalayamayınca da bazı vurucu kısımlar istenilen etkiyi yaratmıyor ya da yaşadıklarına olan ilginiz azalıyor. Dizi en büyük eksisini buradan yiyor.

Bu noktada seslendirmelere bir not eklemek lazım. Luci’yi seslendiren Eric Andre’yi “Man Seeking Women”dan beri çok severim ve burada da sesiyle ve tonlamasıyla bu alanda çok deneyimi olmasa da karakteri çok başarılı hale getirdiğini söyleyebiliriz. Ana ekibin seslendirme kadrosu bu alanda çok deneyimli isimler olmasa da onlar görevlerini son derece iyi şekilde yerine getiriyorlar. Yani Abbi Jacobson Bean’in verilmek istenen havasını son derece başarılı vermiş, Nat Faxon Elfo’nun pozitif safkoloş hallerini tam yakalamış. Yine de ellerindeki karakterler çok kısıtlı olunca bu performanslar biraz havada kalmış.

Yan karakterler de beklenmedik bir anda öne çıkıp diziyi kurtaramıyor. King Zog kesinlikle potansiyeli yüksek bir karakter ama üzerinden yapılan mizah çok basit kaçmış. Oona olsun, Odval olsun hepsinin yandan gelip olayı bir adım öteye taşıma potansiyelleri var ancak anlamadığım sebepten onları da çok kısıtlı kullanıyorlar. Halbuki her biri ana karakterlerin kaybettirdiklerini diziye kazandırabilir, ne bileyim örneğin bir Ned Flanders gibi kendilerine has bir yol bulabilirlerdi. Potansiyeli çok yüksek olan ukala prens klişesinde bile yüzlerce espri yapabilecekken, pas geçmişler. Yazık olmuş.

Karakterler dışında Disenchantment ‘ta hikaye ve kurulan dünyanın da tatmin etmekten uzak olduğunu, yine potansiyelin harcandığını söyleyebiliriz. Hikaye olarak, normal Matt işlerinden farklı olarak arka planda devam eden, merak uyandıran, ileriye dönük yatırım yapılan bir hikaye var, bir de bölüm bölüm ilerleyen ön plan hikayeleri var. Üzülerek söylüyorum ki her ikisi de sizi tatmin etmeyecek. Fantastik ortaçağ hikayeleri ile ilgili çok yaratıcı, farklı, “vay be adam konuyu nereye bağladı” dedirtecek pek bir şey yok. Bu temanın çok çok daha iyi kullanıldığını çeşitli Simpsons bölümlerinde görmüştük. Ara ara yaratıcı fikirlerin, temaların kullanıldığı bölümler olsa da onlar da bir yerden sonra sıradanlaşmaktan kurtulamamış. Kurdukları evrenin üzerine de fazla gitmeyince, bir iki bölüm harici o konuya oynamayınca, o kısım da çok kuru kalmış.

Bu durumların esas sebebinin de Matt’in elinde bu kadar özgür bir platform varken risk almayıp daha güvenli yollar seçmiş olması olduğunu düşünüyorum. Hatta karakterler ile ilgili de esas sıkıntı bundan kaynaklanıyor. Bean bariz bir şekilde “özgür bağımsız kadın” temasıyla ilgili mesaj vermek için yaratılmış, bu sebepten karakterden çok çıkamıyor. Diğer karakterler de aynı şekilde. Hikayeler de yine bizi şaşırtmak, “oha” dedirtmek yerine en bilindik şekillerde ilerliyor ve en klasik mesajları içeriyor.Tam da bu sebepten Disenchantment esas potansiyelini ortaya çıkartamıyor.

Yine Matt’in en önemli özelliklerinden popüler kültür referanslarının da tatmin edici düzeyde olduğunu söyleyemiyorum. Belki fazla Amerikan’dır ya da ben yakalayamamışımdır ama daha öncekileri anlıyorken bunları anlayamıyor olmam, her türlü eksi not vermeme geçerli bir sebeptir kanımca. Bir de süre olarak standart 22 dakikadan daha uzun olduğunu ama bu sürenin de hakkının verilmediğini not olarak düşeyim. Matt bir röportajında bu artı sürenin konuyla alakasız ama güzel şakaları eklemelerine imkan verdiğini söylemiş ama ben hiç katılmıyorum.

Şaka deyince Disenchantment ‘ın mizah dozajının da beklentilerimin altında kaldığını söylemem lazım. Yani 10 bölümün hiç bir anında gülmekten yarıldığım, “oha ne kadar yaratıcı bir espri” dediğim ya da bir şekilde iz bırakan bir espri olmaması çok şey anlatıyor sanırım. Bir iki kez “iyi düşünmüşler” dediğim kısım oldu ama o yaratıcılıkları üzerinden eğlendirmeyi başaramadıklarından o anları saymıyorum. Bazen “one-liner” denen tek cümlelik espriler ya da ortama uyan tek kullanımlık espriler var (şövalyenin annesinin quest’e gelmesi gibi) ama onlar bile yeterli güldürme etkisi yaratmaktan uzak.

Bunun dışında Disenchantment ‘ın görsel olarak elindeki imkanları iyi kullandığını söyleyebiliriz. İki boyutlu çizimlerle üç boyutlu görsellik güzel harmanlanmış. Alıştığımız Matt Groening tarzını da güzel bir şekilde sunduklarını söyleyebiliriz. Özellikle Dreamland’in yukarıdan göründüğü, kalenin soldan sağa çaprazdan gösterildiği sahneler bu konuda üzerine düşüldüğü ve ellerindeki imkanları başarılı kullandıklarını gösteriyor. Müzik olarak da bu tarz bir animasyonda beklediğinizi buluyorsunuz. Hani bir şekilde öne çıkmıyor ama negatif bir şey söyleyecek kadar kötü bir durumda yaratmıyor.

Sonuç

Yukarıda hep olumsuz yanlardan bahsettim ama dizi yerin dibine sokulacak kadar kötü değil Disenchantment. Yani birazcık güldürüyor, eğlendiriyor, bir şekilde izleniyor, dizi akıyor gidiyor. Ancak girişte söylediğim gibi, bu dizinin kuruluş cümlesi bize çok daha fazlasını vaat ediyor. Bunu gerçekleştirecek potansiyelleri de var ancak bir şekilde bu durumu çok basit bir şekilde harcıyorlar. Belki ikinci sezonuyla daha fazlasını ortaya koyabilir ama şu haliyle ilk sezonu yorumlayınca Netflix’te çok çok daha başarılı animasyonlar varken sadece meraktan ya da diğer hepsini izlemiş olmaktan kaynaklı izlemenize değecek bir iş olmuş Disenchantment. Bir başka yazıda görüşene dek esen kalın.

Spread the love

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın