DiziYorum – Dr. Horrible’s Sing-Along Blog (2008)

Dr. Horrible's Sing-Along Blog

Künye

Oyuncular: Felicia Day, Nathan Fillion, Neil Patrick Harris
Platform: Web
Tür: Macera, Komedi, Drama, Aksiyon
Ülke: ABD, Yayın Tarihi: 15 Temmuz 2008 Bölüm Sayısı: 3 Bölüm

Giriş

Çok değil bundan bir kaç yıl önce Joss Whedon geek aleminin en önemli isimleri arasındaydı. Buffy the Vampire Slayer ve onun ardılı Angel ile dizi aleminin en önde isimleri arasına girmiş, Firefly ile kült bir kitle edinmiş, bunun sonucunda döneminin tartışmasız en önemli sinema işi “Avengers” ve onun devam filmi “Avengers: Age of Ultron” onun ellerine teslim edilmişti.  Bütün bunlar “Justice League” filminde oyuncular tarafından başlayan itiraflar son buldu. Cinsiyetçi yorumları, oyunculara kötü tavırları ortaya çıktıktan sonra şu anda adı bile anılmıyor, ki haklı sebeplerden. Bu yorumda da kendisini değil, yaptığı ve sevdiğimiz bir işi öveceğiz. Onu bir not olarak ekleyelim.

Neyse; Joss bu başarıları arasında, aynı zamanda oyuncu olarak da beraber çalıştığı Felicia Day’in “the Guild” internet dizisini izler ve kafasında bir anda bir ışık yanar. Çok uzun süredir internete çok daha basit ama çok daha içten bir iş yapmak istemektedir. İşte Youtube kanalımıza tamamını tek parça olarak eklediğimiz “Dr. Horrible’s Sing-Along Blog” bu şekilde ortaya çıkmış. Müzikal tersten bir süper kahraman/kötü hikayesi anlatan diziyi yükledim ve hala telifle ilgili bir sıkıntı yaşanmadı, ki bazı public domain işlerin bile telife takıldığı platformda hazır silinmemişken izlemeniz için hazır bekliyor. Kanalda her an bu şekil sürprizler olabileceği için lütfen abone olun, takip edin. Ben de size bu diziyi anlatayım birazcık.

Hikaye

Efendim hikayemiz kötülerin en büyük topluluğuna yani “Evil League of Evil”a katılmak isteyen kötü adamımız Dr. Horrible’ın bloguyla başlar. Kendisinin baş düşmanı Captain Hammer’la mücadelesini ve sıradan bir insan olarak gönül hayranı olduğu Penny ile iletişim kuramamasını izleriz. Bir yandan League’e katılma, dünyayı ele geçirme planlarıyla uğraşırken, bir yandan da gönlünü çalan kızla sesli diyalog kurma çabaları gelişecek ve olaylar çok karışık bir hal alacaktır.

Artılar/Eksiler

Öncelikle serinin bir müzikal olduğunu ve hakikaten çok keyifli ve vurucu bir soundtrack’e sahip olduğunu söyleyerek başlayalım. Hem çok keyifli, eğlenceli hem de duygu dolu şarkılar hikayenin akışıyla da birleşip en müzikal sevmeyen adamı bile bir yerden yakalamayı başarıyor. “Brand New Day” ve “My Eyes” ayrı bir yerde olsa da “Bad Horse” mektuplarında çalan müzikler açık ara favorim oldu. Müziklerin sözlerini Joss, kardeşi Jed (aynı zamanda Bad Horse’un habercilerinden birini oynuyor) ve onun eşi Maurissa Tancharoen (ki o da hayranlardan birini oynuyor, kardeşi Kevin’in da Mortal Kombat Rebirth’i çeken adam olduğunu da not düşelim) beraber yazmışlar. Müzikler de Jed’in imzasını taşıyor. Hikaye ile müzikler öyle güzel akıyor ki, çok keyifli bir tad bırakıyor.

Diziyi tekrar izlediğimde Neil Patrick Harris’e bir oyuncu olarak ne kadar haksızlık ettiğimi düşündüm. Bu kadar basit bir senaryoda bile karakterin değişimini, gelişimini, duygularını çok güzel vermiş. Sesi ve müzikal performansı da kesinlikle dikkate değer. Nathan Fillon tam karakterinden beklendiği gibi biraz abartılı oyunculuğuyla renk katmış. Felicia Day aralarında en kısıtlı oyuncu normal olarak ama o da çok fazla sırıtmamış, hatta müzikal yetenekleri şaşırtıyor. Burada beklenen aşırı güzel olmayan, sizi iyiliğiyle etkileyen komşu kızı imajını da doldurmayı başarmış. Yani oyunculuklara da bir artı yazıyoruz.

Hikaye çok acayip, orijinal bir şeyler getirmese, her şey bir hollywood klişeliğinde ilerlese de, bir; blog konseptli sunumu olayı keyifli hale getiriyor, iki; işin şarkılar eşliğinde ilerlemesi sizin o klişelere takılmanızı engelliyor. Antipatik iyi adam, aslında içinde iyi olan kötü adam büyük bir twist değil sonuçta. Joss’un önceki işlerinde de yaptığı, standart hikayelerdeki basitliği alıp, modern taze bir şekilde sunup, ortaya keyifli bir sunum çıkartma başarısının en güzel örneklerinden biri. Bir iyi adam kötü adam, yanda aşk üçgeni hikayesini abartıya kaçmaya gerek olmadan, hatta fazla minimalist bir yaklaşımla sunup, yine de sizi hayran bırakabiliyor olması bence dizinin en büyük başarısı. Hakikaten ne Horrible’ın ne Hammer’ın kostümü öne çıkıyor, ne Penny aşırı model güzelliğinde. Ayakları yere basınca da kendinizi hikayenin akışına kaptırıp, bu klasik hikayenin sizi nasıl etkilediğine şaşırıyorsunuz.

Sonuç

Sonuçta 3 bölüm toplamda 40 küsur dakikanızı ayırdığınıza mutlaka değecek bir iş var elimizde. Sitemize yüklediğim için söylemiyorum. Gerçekten zamanında keyifle izlemiştim, yine pek çok kez de aynı tadı bulduğum bir iş oldu. Hem müzikleri, hem oyuncuları, hem de akan giden hikayesiyle en az bir kere (ama siteye destek olmak için birden fazla kere 🙂 ) izlemeniz gereken bir iş. Telif derdi olmaz sanırım ama yine de noolur nolmaz, izlemediyseniz hemen açın izleyin. Youtube kanalımızı da bu vesileyle görmüş olur, nostaljik videolara bakar, hazır girmişken abone olur, beğeni falan atarsınız.

Bir başka yazıda görüşene dek, esen kalın.

Spread the love

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın