OyunYorum – Dungeon Keeper 2 (1999)

Künye

Firma: Bullfrog, Electronic Arts
Çıkış Yılı: 1999
Tür: Real Time Strategy
Platform: PC

Giriş

İnsanların Electronic Arts’tan nefret etmeleri boşuna değil. 90’lar sonu 2000’ler başında EA spor ve araba yarışı serileriyle hepimizin sempatisini kazandıktan sonra, agresif bir stratejiyle dönemin şahsına münhasır firmalarını yutmaya başladı. Başta bir iki iyi iş çıksa da, sonradan bütün bu firmalar kötü sonla karşılaşmak durumunda kaldı. Bullfrog da onlardan biriydi. Populous, Theme Hospital, Syndicate ve tabii ki Dungeon Keeper efsanelerine imza atmış bu firma da EA yüzünden kepenk kapatan firmalardan biri oldu.

Bugün nostaljik oyun yorumumuzun konuğu başta söylediğim “bir iki iyi iş”ten biri olan Dungeon Keeper 2. İlk Dungeon Keeper orjinal fikri (Zindana giren kahramanları değil, o kahramanları yok etmek isteyen kötü adam olmak), RTS’ler açısından değişik yaklaşımı (Karakter üretmemek ve kontrol etmemek) ve yapım aşamasının uzamasıyla dönemin oyunseverlerinin çok konuştuğu işlerden biriydi ve sonuçta belli bir başarı kazandı. İkinci oyun ise EA’in satın aldığı döneme denk gelse de, firmanın önceki oyunlarında başarıyla uyguladığı “Zaten iyi olan bir şeyi, görkemli bir şekilde parlat” felsefesini kullanarak ve Bullfrog yaratıcılığından da nasibini alarak (bence) ilkini geride bırakmayı başarmıştı.

Peki acaba neden bu oyunu efsaneler arasında sayıyoruz, gelin yorumlayalım.

Hikaye

Hikaye sadece amaca hizmet eden bir araç. O sebeple çok komplike bir konusu yok. Temelde bu zindanların efendisi olarak, artık yukarıdaki dünyayı ele geçirmek istiyoruz ancak bunu yapabilmemiz için iyilerin elinde olan büyülü mücevheratları toplamamız gerekiyor. O sebeple yer altından çakal çakal ilerleyip, hepsini hacamat etmemiz gerek.

Bu arada devam eden bir senaryo var. Her bölümden önce öldüreceğimiz kahramanla ilgili karizmatik dışses bize bir şeyler anlatıyor, hatta bir bölümde diğer DK’lerle kapışıyoruz falan ama ara sahneler falan desteklemediği için biraz havada kalıyor. Sorun mudur? Kesinlikle değildir.

Artılar/Eksiler

İlk artımız oyunun sloganından geliyor: “It is good to be evil”. Hakikaten fantastik dünyalara az biraz aşina olan herkes bu fikrin cazibesine kapılacaktır. Bildiğin Dwarf’ları, Knight’ları, Wizard’ları kesip biçmek inanılmaz keyifliydi. Elimizin altında ise Skeleton’lar, Goblin’ler, Vampire’ler vardı. Genel atmosfer de sizi o havaya sokuyordu. Zindanların görüntüsü, karakterlerin atraksiyonları ve elbetteki Dışses sizi gerçekten bir Dark Lord haline getiriyordu.

Oynanış için tercih edilen metod da aynı şekilde sizin keyfinize keyif katıyordu. Diğer RTS’ler gibi mouse kıvraklığına değil, tercihlerinize odaklanıyordu. Karakter üretme ve kontrol etme siz de olmadığı için, odaların kaça kaç olacağı ve nereye konumlayacağınız, koruma aletlerini ne şekilde kullanacağınız, altınları nereye ne kadar akıtacağınız hatta nereyi ne kadar kazacağınız gibi kararlar başarınıza etki ediyordu.

Bu arada bu bağımsız karakter olayını açayım, savaşçılarınız size bir portal aracılığıyla geliyor, kaç tane hangi tipten gelecek seçemiyorsunuz. Bazı odaların bulunup bulunmadığına ya da boyutlarına göre geliyorlar. Mesela Hatchery (yemek şeysi) büyük olmazsa Bile Demons gelmez. Saldırı savunma olayı ise şöyle; normalde yaratıklar kendi kendilerine yiyor, çalışıyor, geziyorlar. Karşısına adam çıkarsa dövüşüyor. Saldırıya geçmek için ya büyüyle oraya çağırıcaksın, ya da toplayıp oraya atıcaksın, ki durumda bile aç, mutsuz savaşçıların savaşmayabiliyor.

Devam edelim artılara. Oyunun içerisinde ve özellikle ara demolarda mizah, kendini ciddiye almama öne çıkıyor. Dark Mistress’ın kendi kendine işgence etmesinden, tavuklarla tenis oynayan Giant’a, ara sahnelerdeki çekim hatalarına kadar eğlenceli olduğu kadar yaratıcı sahneler sizi bekliyor. Konuyla hiç alakası olmasa da o ara sahnelerin gelmesi için sabırsızlanıyorsunuz.

Oyun için seçilen karakterlerin de hem bu mizah atmosferine, hem de stratejik derinliğe katkı sağlayacak şekilde seçilmesi de başka bir artı. Implerin sayısından, beğenmediğiniz karakterleri geri atıp iyi bir şey çıksın diye dua ettirmeye kadar pek çok konunun başrolünde onlar var. Karakter tasarımları da yine aynı şekilde oyunun havasına uygun ama yeterince de cool.

Oynanış dedik, mizah dedik, başka? Grafikler bugün artık o zamanki gibi etkileyici gelmeyebilir ama o zaman için muhteşemdi. Hala da gideri var. Hani ergen tripleriyle “bu ne ya, böyle köşeli karakter mi olur” demeyecek olgunluktaysanız çok rahatsız etmez. Oynanış olarak da casual oyunseverleri de çok zorlamayacağı için hala idare eder bence. Yani bugün hala oynanabilir, keyif alınabilir diye düşünüyorum.

Sonuç

Eski oyunların havası yeni oyunlarda yok muhabbetini duyup da merak edenler için ideal bir örnek Dungeon Keeper 2. Hala gideri olması, sevdiğimiz oyun platformu GOG’da kolayca (burada) bulunabiliyor ve her bilgisayarda oynanabiliyor olmasıyla kesinlikle denenmesi gereken bir oyun. Ah EA şu firmaları almasaydın (koskoca Westwood bile gitti ya, ühühü), kendi yağlarında kavrulmaya devam etselerdi, ne olurdu? Bir de bu markayı telefonlara uyarlayıp tamamen para tuzağına dönüştürdü alçaklar, ki yüklemeye bile değmez aman diyim. Neyse kapatalım yazıyı, nostalji damarım ve sinir harbim artıyor. Başka bir yazıda görüşene dek esen kalın.

Spread the love

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın