AltList – Marvel ve DC Dışında 15 Çizgi Roman Filmi

Spawn (1997)

Spawn’ı bugüne göre değerlendirirsek hata olur. Görselleri, anlayışı eski usül olduğu için pek çok kişi burun kıvıracaktır. Todd McFarlane’in tarzını hele ki o dönemde filme dönüştürmek zor. Buna rağmen ellerindeki imkanları olabildiğince kullanarak, çizgi romana sadık kalmaya çalışarak fena olmayan bir iş çıkartmışlar. Çizgi romanları okuyanlar az da olsa hayal kırıklığına uğrayacak olsa da, aynı dönem direkt videoya çıkan rezalet Witchblade’i izleyip hallerine şükretsinler. Bir de filmin Türkçe seslendirmesinin ne kadar kötü olduğunu belirtip, mümkünse orjinal dilinde izlemenizi öneririm.

Teenage Mutant Ninja Turtles (1990)

Kaplumbağaların çocukluğumdaki yeri apayrı. Çizgi filmleriyle gaza geldikten sonra o küçücük halimle bu filmi sinemada izlemiştim. Çok net konuşacağım, bundan 28 yıl önce çekilmiş olmasına rağmen Michael Bay’in etkisi altındaki reboot’lardan çok daha başarılı. Çizgi romana ve çizgi filme aşırı bağlı olmasa da kendine has bir tarz yakalamış, özellikle kaplumbağalarımızın CGI olmayan kostümleriyle harika bir iş çıkarmışlar. Devam filmleri aynı tadı vermiyor bu arada. Ama ilk film eğer 80’ler aksiyonuna aşinaysanız hoşunuza gidecektir. İzleyin de bir Ninja Kaplumbağalar filmi nasıl olmalı kafanızda pekişsin.

The Crow (1994)

Brandon Lee’nin son filmi olması dışında kendine has tarzıyla kesinlikle bu yarz listelerde adı geçmesi gereken işlerden. Listedeki pek çok işten çok daha karanlık, çok daha yetişkin işi bir film. Bizim dönemde cool sayılan pek çok temayı içerisinde eritmesi de bambaşka. Özellikle Nine Inch Nails’ın Dead Souls şarkısıyla özleşmesi, filmin tonuyla şarkının havasının uyumu paha biçilemez. Görsel olarak yer yer zamanın gerisinde kalsa da, sağladığı atmosfer ile o açığını kapattığını düşünüyorum. Vaktiniz olduğunda bir şans vermeniz gerekir. Bu serinin devam filmleri de çöplük. Belki ikinci film bir noktaya kadar.

The League of Extraordinary Gentlemen (2003)

Alan Moore’un muhteşem bir yazar olduğunu tartışmayız diye düşünüyorum. Ne yazıktır ki, kendisinin çizgi romanlarını sinemaya uyarlarken aynı tadı yakalamak çok zor. Hele ki buradaki gibi, kaynak çizgi romanı hiç anlamayan, olayı sadece ilginç karakterler topluluğu olarak gören ve uygulamada da bütün sinema klişelerini kullanmaktan çekinmeyen filmimizin verdiği zarar anlatılamaz. Büyük usta Sean Connery’e rağmen izlemeye değmeyecek, zaman kaybı bir film ortaya çıkmış. Listenin belki de en kötü filmi.

The Mask (1994)

Bilmeyenler vardır, bu Jim Carrey efsanesi aslen bir çizgi romandan uyarlama. Hatta filmin olduğu dönem daha çocuklara yönelik bir hali de ülkemizde çıkmıştı. Orjinal çizgi romanın çok sert, çok deli olduğu söylenir. Film akıllıca bir hareketle bu “çok” kısmını törpüleyip, Carrey’nin meziyetleriyle bezeyerek ortaya muhteşem bir komedi filmi çıkartmış. Dördüncü duvarı yıkmaktan, güncel referanslara kadar her türlü muzurluğu yapıp, yine de filmin bütünlüklü halde kalmasını sağlamaları da cabası. Tabii bize Cameron Diaz’ı kazandırmaları da ayrı bir artı. Jim Carrey’nin bu iyi olduğu dönemleri hatırlatan film her türlü izleme listesinde olması gereken işlerden. Devamı olduğunu iddia eden Son of Mask işine hiç girmeyin, üzülürsünüz.

The Phantom (1996)

Bu klasik çizgi romanın nasıl bitip gittiğini anlamak mümkün değil. Siyah beyaz küçük ciltli çizgi roman döneminde ülkemizde popüler olan, gerçekten de potansiyeli yüksek işlerden biri. Hatta birazcık Black Panther’i de andırıyor. Neyse efendim bu efsane karaktere efsane bir film bekliyorsanız maalesef yanlış yerdesiniz. Billy Zane’in başrolde olması bile bu filmi B seviyesine düşürüyor. Hikaye de çizgi romanın havasını vermekten çok uzak. Klasik bir 90’lar aksiyon filmi olmaya çalışıyor ama buradaki diğer örnekler gibi bunu başarılı da yapamıyor. Aslında modern bir yaklaşımla yeni bir film çekilse fevkalade başarılı olabilir gibi.

The Spirit (2008)

Frank Miller’ın Sin City’nin filminden aldığı gazla “bunu ben de yaparım” diyerek giriştiği iş, elbetteki aynı tadı veremedi ve bugün zar zor hatırlanan uyarlamalardan biri olabildi. Tarz olarak örnek alındığı filmin hemen hemen aynı olmasına rağmen, hikayesel zaaflardan ve yer yer klişeye kaçmasından dolayı sınıfta kaldı. Kadronun ismen güzelliği filmi kurtarmaya yetmiyor. Bazı keyifli yerleri olsa da, totalde beklentinin altında kalıyor. Bu arada yine de Sin City 2’den daha başarılı, onu da belirteyim.

Wanted (2008)

Mark Millar’ı severim. Hatta en sevdiğim çizgi roman yazarları arasına düşünmeden yazarım. Bu filmin onun yazdığı çizgi romanla lisans hakları dışında hiç alakası yok. Çizgi romanda kötü adamların kazandığı bir dünya varken, film daha realistik bir suikastçiler birliği üzerinden gidiyor. Kullanılan temalar da farklı. Ama bu filmin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Film bir başyapı değil ama abartı aksiyonu sevenler için bulunmaz nimet. Hikayesi klişe “baban öldü sıra sende” olsa da, bu hikayeye modern ve değişik bir bakış getirmesi ve fazla uçuk olsa da eğlenceli aksiyon sekanslarıyla kendini izletiyor. Keyifli zaman geçirmek için birebir.

Spread the love

1 geri izleme / bildirim

  1. Kahraman Kimlikleri - the Phantom - AltDünya

Bir yanıt bırakın